Bu roman Onat Kocabaşoğlu tarafından yazılmıştır. Her 2 haftada bir bölümleri yayınlanarak tamamlanacaktır.
Romanın konusu E-sporcu yetiştiren hayali bir okulda ki öğrencilerin çekişmesini ve maceralarını anlatmaktadır. İyi okumalar.
Nişan aldı ve bir atışta çürümüş etli, gri tenli, gözlerinin feri sönmüş adamı indirdi pompalı tüfeğinin tek atışıyla. Atış için tekrardan çekerken pompa kısmını, aniden elleri dikenli tellerle bağlı, deli gömleği giymiş, kel, gözleri bir o yana, bir bu yana kayan bir adam atladı üstüne.
Adamın savurduğu kolları, çocuğun beyaz kapüşonlusunun ön kısmını yırtarken, ikinci ateşleme ile savruldu bir kenara. Kan kusarak can verirken, çocuk tekrardan çekti pompa kısmını silahının. Bu sırada da yürümekteydi basık, çürümüş yeşil rengindeki kanalizasyonda. İster istemez dudaklarından bir iki mırıltı döküldü:
-Tanrım, buralara da mı düşecektim?
Bu sırada, aniden her şey dondu. Beyazlara bürünmüş, silahlı çocuğun hareketleri, nefesleri dâhil… Tabii bunu o değil, ekranın başındaki kişi görüyordu.
-Bu gece bu kadar yeter.
Dedi ve oyunun ana ekranının en altındaki “Çık” butonuna bastı. Oyun kendi kendini kaydedip kapanırken, ekran görüntülerinden biri daha belirdi oyuna dair olan.
Yüzü kanlar içinde olan, oyunun ana karakteri, elindeki bir bıçakla, sol omzuna saplanmış olan devasa bir dikeni çıkarıyordu. Bir Amerikan tarzı dört çekerin üstüne oturmuştu. Sol tarafta kanlı harflerle “FE4RL3SS” yazarken, aniden ekran görüntüsü kapandı ve bilgisayarın ana ekranı geldi. Alt tarafta, Skype’dan 5 mesaj gelmişti oyuncuya. İkisi, sevgilisindendi. Beyaz tenli, sarışın, mavi gözlü ve biraz da aptal bir kızdı. Lakabı Julietta’ydı, en azından Skype isminde yazan oydu.
İkisi de oyun oynayan bir arkadaşındandı. Ama sonuncusu… Bilinmeyen bir kullanıcıdandı. Arkadaşları arasında değildi, kullanıcı görüntüsü yoktu. Ve sadece şu yazıyordu.
“20.09.2018 Sanal Akademi Başvuruları Açıklandı! İnternet Sitemizden Öğrenebilirsiniz!”
-Sanal Akademi mi?
Diye mırıldandı oyuncu. Bu da neydi şimdi? Yeni bir şakaydı herhalde.
Sonra tahta, koyu kahverengi bilgisayar masasının başından kalktı yavaşça ve koridora yöneldi. Yavaş ve ağır adımlarla, yürürken yavaşça döndü ve mutfağa girdi. Bu sırada telefonundan bir ciyaklama sesi yankılandı. Anlaşılan çıkma vakti gelmişti dışarıya.
-Ah! Hayır!
Dedi ve daha eline yeni aldığı su bardağını hızlıca mermer tezgâha bıraktı ve odasına koştu geniş adımlarla. Üstüne beyaz bir gömlek aldı, altındaki kumaş pantolonunun kemerini biraz sıktı. Bordo kravatını aramak için dolabını açtığında aniden üzerine çöken onca pijamayı hızlıca yatağının üstüne fırlattı. Kravatı diplerden çıkarıp takarken, ikinci kez ciyaklama sesini duydu.
-Tamam! Anladık!
Dedi kızarmış gözleri ile sol cebine bakarak. Şu oyunlar onun bir gün sonu olacaktı anlaşılan. Eğer alarm olarak bir oyundan çıkma bir yaratığın sesini kullanırsanız, gerçekle hayali ayırt edememeye başlarsınız.
Hızla üzerine paltosunu alıp, çıkarken evden, bu sırada, metalik bir melodi kulaklarında yayıldı. Hızla telefonunu cevapladı oyuncu:
-Hey, yine FE4RL3SS mi oynadın gece gece?
-Beni bilirsin, oyunlardan asla vazgeçmem.
-Hadi ama Gencer, bu gidişle tüm gün uyuyacaksın.
-Sen onu bunu bırak, Sanal Akademi saçmalığı beni de vurdu…
-İşte, onun için arayacaktım seni.
Ve bu sırada aniden hat koptu. Gencer, “Alo? Alo!” demesine rağmen, hattın gittiğini anlayamadı bir iki dakika boyunca. Ardından yeniden aramak aklına gelirken arkadaşını, bir anda elini havaya kaldırdı. Caddeye varmıştı ve sedan tipte, sarı bir taksi yanından hızla geçmişti. Aniden fren yaparak durduğunda, Gencer’in elini gördüğünde, hızla koştu oyuncu ve aracın arkasına bindi hemen. Araç, patinaj yapıp hızla caddede ilerlemeye devam ederken, Gencer, adresi vermişti çoktan ve telefon konuşmasına devam etti.
-Peki, anlat bakalım şu zımbırtıyı…
-Kanka, E-Spor ile ilgilenen oyuncuları yetiştirmek için, böyle bir akademi açmaya karar vermişler. Ana sitesindeki elemanlardan biriyle konuştum. Bayağı baba kişiler var.
-Sen ciddi misin?
-Defenders of Legends’in Türk Liginden Charia ve Desmond ile konuştuk oğlum sen o korku oyununu oynarken.
Gencer, suratında şaşkın bir ifadeyle dışarıyı izlerken, taksici dikiz aynasından gözleri ile süzdü onu.
-Bir şey mi var beyim?
Diye sorarken, Gencer kendine geldi ve başını iki yana salladı. Bu sırada kulağı hala telefondaydı.
-Senin FE4RL3SS’in yapımcısı Gökhun Tekçetin açıklamasını yapmıştı, hatırladın mı? Hatta şunu demişti –ki burada sesini kalınlaştırıp konuşur- “Eğer bu işi yaparlarsa, tüm maddi destekleri benim şahsi kaynağımdandır.” Diye… Adamlar dün gece MultiPlayer’a çıkıp açıklamalarını yaptı. Senin haberin yok mu?
Gencer gözlerini ovuşturdu. Şimdi az önce saçmalık dediği şey, E-Spor oyuncusu yetiştirecek olan bir okul muydu yani?
-Hayır kardeşim. İzlemedim.
-Aşk olsun sana. O oyunu bitireceğim diye bir yerlerini yırtacaksın yakında.
-O değil de, demek gerçek şu Sanal Akademi Saçmalığı, ha?
Bu sırada taksi de durmuştu olduğu yerde. Gencer, kısacık saçlarına ellerini atarken, uzun parmakları ve temiz tırnakları kaşımaya başlamıştı başını. Derin düşüncelere boğulmuştu. Eğer bu gerçekse, yani gerçek olmasının imkânı var mıydı?
-Aynen kardeşim. Bu gerçek… Uzun zamandır hayal ettiğin bir okul, artık var.
Bir kahkaha attı Gencer. Yeşil gözleri parlamıştı. Bir iç çekti ister istemez. Sanal Akademi tam olarak neydi, araştırması lazımdı. Ama sıradan bir iş olmadığı kesindi. Olamazdı da… Sadece oyuncu yetiştirecek bir okulun olması sanıldığından daha saçma bir iş gibi gözükse dahi, düşüncesi bile insanı heyecana boğuyordu. İşin sonunda garanti bir E-Spor oyuncusu olunacaksa, Neden girmeyelim bizde, diye düşündü Gencer.
Bu sırada araç hareket etmeye başlamış, yolunda ilerliyordu. “Demek E-Spor oyuncusu yetiştiren bir okul…” diye düşündü Gencer. “E-Spor işi ne kadar garantili ki? Sonuçta her okuyanın bir işe sahip olması şart. Oyunlar ne kadar karnını doyurabilir?”
Düşünceler zihninde uçuşurken kelebekler misali, taksici mırıldandı:
-Vardık evlat.
Gencer, cebinden çıkardığı parayı taksiciye uzatıp, araçtan indi. “Üstü kalsın.” Diye bağırıp sol elini kaldırırken, binadan içeri girdi.
Bir apartman holündeydi, kapıdaki görevli bilgisayarının başında Defenders of Legends oynuyordu. Henüz yeni başlamıştı oyuna. Tahta bir masanın üzerinde, zoraki çeken bir internetle bu oyunu oynayabilmesine hayret eden Gencer, “İyi günler.” Diye selam verip asansöre binerken, kapıdaki görevli şaşkın bakışlarla çevresine baktı ve sarı, uzun saçlarını karıştırdı kaşıyarak. Ardından da oyununa, Tank sınıfı görevine devam etti.
Gencer küf kokan, dar asansör ile yukarı çıkarken aynada kendisine baktı. Üstündeki palto ona bol geliyordu. Bir iç çekti ve bu sırada asansörün durduğunu hissetti. “Ve yine sıkıcı bir iş günü…” diye mırıldanırken asansörden çıkıp iş yerinin zilini çaldı.
Kapıda iki dakika bekledikten sonra, ağzında tam anlamıyla geviş getirirmişçesine sakız çiğneyen, sarışın, mavi gözlü ve büyük göğüslü bir bayan çıktı. Üstündeki neredeyse iç çamaşırını bile gösterecek kadar kısa olan kırmızı, lüleli elbisesi ve elindeki android tipindeki pahalı telefonu ile şehrinizin lüks mekânlarındaki kalitesiz, tek gecelik ilişki kadınlarına benziyordu.
-Patron!(Burada O harfini uzatarak söylemişti.) Senin yakışıklı geldi.
-Kızım demesene şöyle…
Ayaklarına kapının önündeki galoşlardan alıp, giyerken, patronu da gelmişti Gencer’in. Şık, kırmızı bir takım elbisesi, ağzında purosu ile tam zengin züppeleri andırıyordu. Uzun, gri saçları, gözündeki büyük güneş gözlüğü ile tam görgüsüz adamların tanım haliydi.
-Gencer! Oğlum…
-Patron, lütfen.
Dedi Gencer yüzünü buruşturarak.
-Yazı hazır mı evlat?
Dedi patron sevecen bir tavırla. Gencer gözlerini kocaman bir açtı önce. Ardından da iç geçirdi.
-E-Posta ile size attım efendim.
-Aferin, böyle devam…
Dedi gülerek patronu ve koridordaki önünü açtı. Gencer hızla çalışma odasına giderken, derin bir iç çekti.
-Buradan ne zaman kurtulacağım?
Diye mırıldanırken, bilgisayarının açık olduğunu fark etti. Ve başında da küçük bir kızın olduğunu…
Siyah, dalgalı saçlı ve kahverengi gözlü, yuvarlak yüzlü ve üzerinde beyaz bir elbise olan bu kız, masasına bir zarf bırakmıştı Gencer’in. Ve bilgisayarın başında Age of Republics adındaki strateji oyununu oynuyordu.
Gencer hızla bilgisayarının ekranına bakmak için kızın yanına gitti ve bağırdı:
-Hesabımın şifresini nasıl öğrendin lan?
Kız umursamaz bir tavırla cevapladı:
-Çok kolay şifre koyuyorsun. 11 haneli kombinasyonlarımın 5.denemesinde başarılı oldum. Sana tavsiyem, özel bir şifre koyman.
Gencer, aşağıdaki görevli gibi şaşkın bir biçimde ekrana bakarken, oyunda “Kazandınız!” yazısı çıktı İngilizce olarak. Oyunu kendi hesabı ile oynaması yetmiyormuş gibi, duydukları karşısında da irkilmişti. Nasıl bir çocuk, hem de o yaşta ki muhtemelen 10 yaşındaydı en fazla, bunları nasıl söyleyebiliyordu ki? Üstelik ondan dereceli bir adamı yenmişti oyunda.
-Söylesene, sen nereden çıktın?
Dedi Gencer meraklı bir tavırla. Şimdi, siyah zarfa meraklı meraklı bakıyordu. Kırmızı bir pulla mühürlenmişti ve simli bir kalemle “Rektör Okan’dan” yazıyordu.
-Sanal Akademi…
Dedi kız bozuntuya vermeden.
-Hadi oradan!
Dedi Gencer gözlerini açarak. Kesin bu işte bir iş vardı. İşin aslı, onu nasıl bulmuşlardı? Önce merak ettiği konu buydu. Kız yavaşça tekerlekli sandalyeden kalkarken, kibirli bir tavırla arkasını döndü Gencer’e ve elini sallayarak çıktı odadan.
-Çattık yahu!
Diye bağırmadan edemedi Gencer. Ardından önce oyun lobisine girdi Age of Republics’de, ardından da açık olan arkadaşlarından birinin profiline girip, mesaj attı.
-Sana da o zarf geldi mi?
Sonra zarfa elini attı. Yazıyı okuduktan sonra, pulu dikkatlice sökmeye çalıştı ama başarılı olamadı. Zarfın kapağından biraz yırtılırken, içindeki sarı saman kâğıdını çıkardı. Katlanmış olan davetiyeyi açtı ve okumaya başladı.
Merhaba Oyuncu;
Eğer bu davetiyeyi aldıysan, muhtemelen bir başarın vardır bir oyunda ve akademimiz bu başarını yakalamıştır.
Eğer kendini oyunlara adadıysan, burası tam sana göre…
Bize gel ve ailemizin bir parçası ol.
Gencer, adresini de okurken, attığı mesaja cevap geldiğini fark etti.
-Geldi…
“Demek başarılı oyuncuları toparlamaya çalışıyorlar.” Dedi bilgiç bir tavırla. Davetiyeyi, paltosunun iç cebine koydu. Bu sırada ayağa kalktı oturduğu bilgisayarın başından ve mantosunu yavaşça çıkardı. Bu sırada iki adımda vardığı askılığa mantosunu astı. Bu sırada arkadaşından mesaj gelmişti.
-Gidecek misin?
Hemen yazısını yazdı.
-Gideceğim kanka. Buluşma saatinde orada olursun.
-Umarım sen orada olursun.
Bir iç çekti ve gülümsedi. Bu işi sevmeye başlamıştı. Ne olacaktı acaba işin sonu? Buluşma saatine daha altı saat vardı. Akşam açılacak olan bu akademi denen yerin adresine de baktıktan sonra tekrardan, açık olan oyunu kapattı.
Kapanış ekranında klasik müzik ve birkaç çiftin dansı ile kapanırken oyun, tekrardan telefonu çaldı Gencer’in. Arayan gizli bir numaraydı.
-Bu da ne şimdi?
Diye mırıldanırken telefonu açtı ve elinden geldiğince pozitif bir sesle cevap verdi:
-İyi günler.
-Gencer Bey. Nam-ı diğer DB…
Şaşırmıştı. Lakabını bilmesine değil, gerçek ismini bilmesine…
-Ben Sanal Akademi Başkanı Okan Güçverir. GPerson, Fearless’ten. (FE4RL3SS)
“GPerson” lakabını duyunca allak bullak oldu. Ve birkaç ay öncesini hatırladı.
Bir Oyun İçi Klan Maçı Sırasında…
+Abi tutun o lanet koridoru!
-Bırak git ben o adamı vuracağım!
+Oğlum adamda AWP var. Nah alırsın sen onu!
-Onu s… Hadi lan oradan!
+Ben sana dedim oğlum!
-“Oğlum” lu konuşma aslanım.
+Konuşursam ne olur lan?
-Görürsün birkaç ay sonra…
Konuşma Sırası…
-Şimdi gördün mü kardeşim?
DB ister istemez yutkundu. Sorun telefonunu bulmakta değildi. Sorun onu bulması da değildi. Neden basit bir konuşmayı ciddiye alacak kadar araştırma yapmıştı? İnternet ağından adresini bulması kolaydı aslında. Oyun yöneticileri ile konuşursan verirdi insanlar. Para ile caydırmak kolaydı.
-Korkma üstad. Ben öyle kolay biçimde sinirlenen biri değilim. Amacım seni korkutmak da değil.
-Peki, neden beni aradın? Neden buldun?
-İyi oynuyordunuz. Gerçekten de iyi… Ne var ki sizden de iyileri vardı ama sizi de buraya almak istedim. Sadece atmosferi görüp, neleri kaçırdığını görmeni istedim.
DB bir kahkaha attı ister istemez. Neşesi sönük ama alaycı bir gülüş…
-Yani egonu tatmin etmek için beni buraya davet ediyorsun.
-Aslında hayır.
Dedi ciddi bir tavırda okul rektörü GPerson ve devam etti. “Klan lideri orada seni de görmek istedi. Her şeyin sebebi bu…”
DB istemeden de olsa yutkundu. Klan liderini tanıyordu. Televizyondan, internetten...
-Invoker mi?
Dedi korku dolu ve şaşkın bir ifade ile.
-Evet birader. O adam seni de görmek istedi. O maçta onu kurtarmadığın için seninle kapışmak istiyor.
İster istemez titredi DB. Oturduğu deri koltukta iyice küçüldü.
-Sizi bana sayıyla mı verdiler ya?
Dedi titrek bir sesle.
-Af buyur, diyecekti ki GPerson. Bir anda hat gitti.
Derin bir nefes aldı. Bir klan maçını bu kadar ciddiye alacak insanları tanımamıştı hayatı boyunca. İnsanlar gerçekten de oyunları ciddiye alıyordu ama niye? O oyundan para kazansan dahi, ün yapıp sanal âlemde ünlü olsan dahi… Neden? Yaptığın sanal emeklerin ciddiye alınmamasında ise üzülmek, sallaması daha iyi olmaz mıydı insan için?
Ama bazı insanlar gerçekten de bu tip oyunlara, acayip derecelerde paralar yatırıyordu, günlerce başında kalıyorlardı. Toplu konuşma ortamlarında arkadaşlar ediniyorlardı, bu arkadaşlarla bile ticaret yapıyorlardı. Düşmanlar ediniyorlardı, klanlar birbiri ile kapışıyordu, bu rekabetler bile çok ciddi işlere binebiliyordu. Gerçekte birbirini dövmeler şeklinde… Peki, gerçekten de işi ciddiye almak, sırf klan maçında bir adamı kurtarmak yerine başka adamı vurmak yerine ondan iyi olduğunu düşünmek…
Bunu aklı almıyordu.
-Peki, madem, diye mırıldandı, demek kapışmak istiyor; o klavyeyi eline vereceğim namussuzun!
Ve bundan sonraki iş saatlerini çevirilere odaklanarak, yeni makaleler yazıp başka yerlere yollamakla, birkaç yabancı işverenle görüşmekle geçti. Arada patronu ile sohbet etti kısa sürelerle. Yanında çalışan bir yerleri sürtük kız konuştu, laf etti.
Ve işten, saat altıda çıkarken, telefonu çaldı yeniden. Yine özel numaraydı ama bu sefer bir sürprizle karşılaşacaktı.
-İyi akşamlar DB usta!
Şaşırmıştı. Lakabı ile seslenen ikinci kişiydi.
-İyi akşamlar. Siz kimsiniz?
-Ben WindBreaker.
Bu lakabı hatırlamıştı ve hatırlayınca tüyleri diken diken oldu. Hem bayan bir oyuncuydu, hem de oynadığı korku oyununun en iyi klanının oyuncularından biriydi.
-Merhaba…
Diye şaşkınca karşılık verirken, konuşmaya başladı WindBreaker.
-Invoker çok affedersiniz de canınızı çok yakacak. Sanırım arkanızı önce tekmeleyecek, sonra tecavüz edecek.
-Ya! Herkesin haberi nasıl oluyor bu kadar çabuk?
Bunu bağırarak söylerken, kızın sesi değişti ve bir anda sinirli, biraz daha kalın bir sese dönüştü.
-Bana sesini yükseltme yoksa ondan önce seni ben sikerim!
DB’nin gözleri büyüdü bir anda. Normalde tehditleri ciddiye almaması lazımdı ama bu kadar ciddi bir sesi de kaile almaması mümkün değildi.
Sonra ses aynı neşeli, kız sesine büründü.
-Her yere anket dağıttılar! Hatta sizin postanıza benden öpücük izli bir tane bıraktım.
DB, şaşkın bir biçimde otobüs durağına yürürken dinlemeye devam ediyordu. Aniden birine çarptı.
-Çok pardon!
Diyecekti ki gördüğü kişi karşısında birden donakaldı.
Ağzı bir deli tasmasıyla kapatılmış, bir takım elbiseli, uzun boylu bir genç vardı karşısında. Yol boyunca sürekli yere baktığı, kendini ezik hissettiği için kendisi dikkatini toparlayamıyordu.
Genç, “Sus” işareti yaptı önce. Demirlikli ağzına götürdüğü işaret parmağı ile sonra kulağını gösterdi ve yürümeye devam etti. Gri takım elbisesi ona tam oturmuştu ve o deli maskesi ile tamamen sırıtıyordu herkesin içinde.
Genç arkasını dönüp yürümeye devam ederken, karşıdaki telefonu kapatmıştı bile. Anlaşılan kendini o çocuğa fazla kaptırmıştı DB.
-Pekâlâ… Kapışma zamanı…
Diye mırıldandı ve o akademi denen yere gitmek için son hızla ilerlemeye devam etti.